- Anksiyete, hoş olmayan özellikleri ile diğer duygulanım biçimlerinden ayrılan, kaygı veya bunaltı olarak da adlandırılan bir duygudur.
- Fizyolojik olarak çarpıntı, nefes almada zorluk, hızlı soluk alıp verme, ellerde ve ayaklarda titreme, aşırı terleme, ağız kuruluğu ve kas gerginliği gibi belirtiler eşlik eder. Psikolojik olarak ise yoğun sıkıntı, huzursuzluk, heyecan, kötü bir şey olacakmış hissi ve korku ön plana çıkar.
- Bazı tanımlar, anksiyeteyi kaynağı büyük ölçüde bilinmeyen bir tehlike beklentisi ile sınırlandırarak korkudan ayırmaktadır. Korku daha çok somut ya da yakın tehdit karşısında gelişirken, anksiyete belirsizlik ve geleceğe yönelik tehdit beklentisi ile ilişkilidir.
DSM-5’e Göre Anksiyetenin Temel Özellikleri
Korkudan Farkı:
- Anksiyete: Belirsiz ve uzun süreli kaygı durumu
- Korku: Ani, somut ve fiziksel belirtilere karşı verilen yoğun tehdit tepki
Anksiyetenin Temel Özellikleri
- Kişiler çeşitli olaylar ya da aktiviteler hakkında sürekli ve kontrol edemediği biçimde endişe duyar.
- Kaygı genellikle en az 6 ay boyunca, günlerin çoğunda yaşanır (özellikle Yaygın Anksiyete Bozukluğu için).
- Çarpıntı, titreme, kas gerginliği, terleme, nefes darlığı, huzursuzluk, kolay yorulma, uyku bozuklukları sık sık görülür.
- Kişiler sürekli kötü bir şey olacakmış hissi, huzursuzluk, konsantrasyon güçlüğü, aşırı tetikte olma gibi hisler yaşarlar.
- Kaygı, kişilerin iş, okul, sosyal ilişkiler gibi yaşam alanlarında belirgin sıkıntı ve bozulmaya yol açar.
- Kaygı, madde/ilaç kullanımına ya da başka bir tıbbi duruma bağlı olmamalıdır.
- DSM-5’e göre anksiyete, geleceğe dönük, çoğunlukla kontrol edilemeyen endişe ve buna eşlik eden fiziksel uyarılma ve işlevsellikte bozulma ile karakterizedir.
Anksiyete işlevi açısından çift yönlü etki yaratabilir;
Yararlı (Adaptif) Anksiyete: Belli bir düzeyde kaygı, kişinin yeni durumlara alışmasına, dikkatini toplamasına ve performansını artırmasına yardımcı olabilir. Örneğin, sınav öncesi biraz kaygı duymak çalışmayı teşvik eder.
Zararlı (Maladaptif) Anksiyete: Kaygı çok yoğun ve sürekli hale geldiğinde kişinin günlük yaşamını, işini ve ilişkilerini bozar. Çarpıntı, nefes darlığı, titreme gibi bedensel belirtilerle birlikte olduğunda hastalık olarak değerlendirilir.
Anksiyete değerlendirilirken; tıbbi bir sebebin varlığı, madde/ilaç etkisi, belirtilerin hangi durumlarda ortaya çıktığı, kişinin mevcut ve önceki başa çıkma yolları, kayıplar, varsa tetikleyicileri, sonuçlar, sorunun arttığı ve azaldığı durumlar, hastanın soruna yüklediği anlam ve yaşam biçimi göz önünde bulundurulmalıdır.
DSM-5’e göre anksiyete bozuklukları aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır:
- Yaygın Anksiyete Bozukluğu, kişilerin en az 6 ay boyunca, günlerin çoğunda kaygı ve aşırı endişe yaşama durumu
- Panik Bozukluk; panik ataklar yaşama ve atakların devam edeceği korkusu
- Agorafobi, kişinin paniğe yol açabilecek ve kendisini kapana kısılmış, güçsüz ya da mahcup hissettirecek durumlardan kaçınma eğilimi göstermesidir.
- Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi) ; kişinin küçük düşme, utanma veya reddedilme kaygısı nedeniyle sosyal ortamlarda yoğun kaygı hissetmesidir.
- Özgül Fobi, kişide yoğun ve mantıksız korku yaratan belirli nesne ya da durumlara karşı gelişen, kaçınma ve belirgin huzursuzlukla seyreden bozukluklardır.
- Seçici Konuşmazlık (Selective Mutism), bireyin konuşma becerisine sahip olmasına rağmen, bazı sosyal ortamlarda ısrarla konuşmamasıyla karakterize olup, genellikle çocuklarda ortaya çıkar.
- Başka Bir Tıbbi Duruma Bağlı Anksiyete Bozukluğu
Madde/İlaçla İlişkili Anksiyete Bozukluğu gibi
Anksiyete bozukluklarının gelişiminde çocukluk travmaları, ebeveyn tutumları, kişilik özellikleri, genetik ve biyolojik faktörler önemli rol oynar. Erken yaşta yaşanan kayıp ya da reddedici ebeveynlik, tehdit altında olma ve başa çıkamama inançlarını pekiştirir. Yüksek nevrotiklik anksiyeteye yatkınlığı artırırken depresyonla birlikte görülme riskini de yükseltir. Genetik eğilim ve otonom sinir sistemindeki aşırı uyarılabilirlik de etkili olur Bazı tıbbi durumlar ve madde kullanımı da anksiyete belirtilerine yol açabilmektedir.
Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışmasına göre anksiyete hastalık grupları içerisinde en yaygın ikinci hastalık olarak yer almakta ve yaygınlık oranı %29 oranındadır.
“Anksiyete bozukluğu olan birey tehdit altında olduğu riskini yüksek, başa çıkma becerisini ise düşük görür (Wells, 1998)”
- Anksiyete bozukluklarının tedavisinde hem psikolojik hem de ilaç temelli yaklaşımlar etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Psikolojik müdahaleler, özellikle de bilişsel-davranışçı terapi (BDT), en yaygın ve en güçlü bilimsel kanıta sahip yöntemler arasında yer alır. BDT, bireylerin kaygılarını artıran düşünce ve davranış kalıplarını fark etmelerine, daha işlevsel baş etme yolları geliştirmelerine yardımcı olur.
- Bu terapi sürecinde kullanılan maruz bırakma teknikleri, kişilerin korku yaratan durumlarla güvenli koşullarda yüzleşmesini sağlayarak kaygının giderek azalmasına katkıda bulunur.
- Psikolojik yöntemlerin yanı sıra, anksiyete bozukluklarının tedavisinde farmakolojik seçenekler de yer almaktadır. Özellikle seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar) sıklıkla tercih edilen ilaç grubudur.
- Bu ilaçlar belirtilerin hafifletilmesinde etkili olmakla birlikte, sağlık uzmanları tarafından bireyin ihtiyaçları, olası yan etkiler ve tedaviye ulaşılabilirlik koşulları göz önünde bulundurularak reçete edilmelidir.
- Gevşeme egzersizleri ve farkındalık temelli yaklaşımlar da tedavi sürecine eklenerek, kişinin kaygı belirtilerini azaltmasına destek olabilir.
Anksiyete bozukluklarının tedavisinde bireyin özellikleri, tercihleri ve yaşam koşulları dikkate alınarak, psikolojik ve farmakolojik yöntemlerin birlikte ya da ayrı ayrı planlanması en etkili yaklaşım olarak görülmektedir.
- Aile hekiminiz:
Öncelikle aile hekiminizle bu konuda konuşabilirsiniz. Aile hekiminiz sizin bir hastalığınız olup olmadığını tespit ederek uygun şekilde tedavinizi planlayacak ya da sizi gerekli görmesi halinde yönlendirecektir.
- Sağlıklı Hayat Merkez’lerine başvurabilirsiniz.
Sağlıklı Hayat Merkezlerinde psikologlardan destek alabilir, kendi kendine yardım ya da problem çözme gibi programlara katılabilirsiniz. Gerekli durumlarda merkezdeki psikologlarımız sizleri birinci, ikinci, üçüncü basamak tedavi merkezlerine başvurmanız konusunda bilgilendirecektir.
- Psikiyatristlerden randevu alabilirsiniz.
MHRS aracılığı ile ilinizdeki ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanlarından randevu alabilirsiniz. Muayeneniz sonucunda sizin bir hastalığınız olup olmadığı tespit edilerek uygun şekilde tedaviniz planlanacaktır.